"Merhaba"laşmadık çünkü Farsça "benden size
zarar gelmez"
anlamına gelen bu kelime ikimiz için de geç kalınmış bir
selamdı.
Zirveye çıktım. Birini mi bekliyordum?
Evet, hep kaybedip durduğum benliğimi ve buna bir şekilde
bahane ettiğim onu.
Geldi, gelmez sandım. Haklı bir kızgınlık vardı yüzünde,
düzgün bir açıklama bekliyordu. Ben ise güzel manzaraya aldandım.
Söyleyeceklerimi unuttum, takıldım, sendeledim...
Nasıl tanıştığımızı dahi zor hatırladım. Çağın vebası
teknoloji ve internetteki kurmaca kimliklerimizle gerçek hayata ayak uydurmak zor
oluyordu hayli. İşte ben de o sıra kaybetmişim kendimi,
kimse de dememiş "nerelerdesin" diye.
Sonra bir gün öylesine bir salı, aklıma esmiş denemişim
şansımı, sığınmışım bir selama. Hem de hiçbir muhabbet ummazken kimselerden.
Ben artık ummadığım şeylerden daha çok korkuyorum "ne
olacak sanki" dediklerimden. Çünkü en çok onlar zarar veriyor bana en çok
onlar incitiyor.
Saklanıp bir kimlik altına, yeni bir dünya kurmuşum,
kurgusu benden, replikler hale tavra uygun içimden gelen, karşımda sıkkın ve
savurgan bir adam.
Evet yalan söyledim ona, sırf biraz daha kalem oynatabilmek
için e sonra mürekkep bitti tabi. Bu mürekkep lekesi sıçramasın diye kalbime,
bir yanlışım benliğimden eksiltmesin diye çıktı gün yüzüne, söyleyiverdim her
şeyi.
Keşke savunmaya ihtiyaç duymasa diyorum insanlar, böylesi
saçmalıklar için. Saçma şeylerin bir açıklaması var mıdır?
Vardır tabi ama en az kendi kadar saçmadır. Öyle değil mi?
Ben de saçma biriyimdir, her zaman herkesin gittiği yönün
aksine giden,
"erkekliğe sığmaz" diyenlere kızıp bazı durumlara
karşı "yakışık
alır mı bu sana" diyerek kendini kısıtlayan,
dünyada mükemmeli arayan ama varlığına inanmayan,
insanları sevmemin bütün zorluğuna rağmen olması gerekenin
bu
olduğuna inanan falan filan...
Saçma sapan ben, öylece kopmuşum yaşamdan.
Şu simülasyon dünyanın içinde içten gelen bi haldi bu,
evet gizlendim ama her düşündüğümü de söyledim. Konuştum
konuştum... Evet dedim kandırdım seni, senden önce kendimi.
Nasıl bir aldanıştı
bu bir bilsen… Yol da bitmek bilmedi.
Olsun. Hala yol güzel, hava sıcak, ben saçma. Ne işim var
yahu
benim orada? Yazdık bir kere, yaşayacağız.
O haklı olarak tepkiliydi.
"Evet, evet haklısın da hiç mi yalan söylemedin?
Sana yapıldığında mı anladın bu kadar can yaktığını?
Hiç bir arkadaşın
yanında yalan söylerken uyardın mı onu susması
için?" diyemedim.
Ben uyarırdım oysa... Yürüdük, durduk, susadık, susmadık...
"Ben neden doğru düzgün konuşamadım ki?" şimdi
şimdi
anlıyorum savunma mekanizmamı.
"Ne alay eder
gibisin" dedim içimden ama aynı tavır yol boyu devam tabi.
O konuştu mu konuşmadı mı bilmiyorum.
Şimdi düşününce ben onun yerinde olsam susardım diyorum. Ne
diyeceğim ki? Hiç.
Yol bitiyor her şey gibi, bir tek yeşillikler kalıyor onlar
da gitmesin zaten.
Evet, belki de daha cesur bir son yazılabilirdi ama ben
korkaktım, o da korkaktı.
Çünkü kimsenin birbirini tanımak için yoktu cesareti.
Sığındığımız bu korkaklık hatırımıza düştüğünde -olur da
düşerse-
"keşke" demeyeceksek her şeye rağmen biz "hoşça"
kalmışız demektir. Yanlış anlaşılma olmasın bu ne bir veda ne merhaba.
Ben o yolda tek başıma yürüdüm.